Feeds:
Posts
Comments

Archive for September, 2008

>
Güzel şeyler konuşalım artık :)

Çok daha iyi artık. Bugün daha bir “kendi” gibiydi :) Geçmiş günlere göre daha güzel yemiş, canlandı, hareketlendi. Çok şükür. Gün içinde uyumak istememiş, kadıncağız yemeğin soğanını MK’yı ayağında sallarken soyup doğramak zorunda kalmış! Bunu duyunca, hah düzelmiş dedim :) Şu an uyuyor. Her geçen gün daha iyi olur inşallah.

Eşim yarın akşam uçağa binecek, kısmetse perşembe sabahı inecek. Gelir gelmez gitsin oğlunu görsün :) Aslında onlar buluşurken yanlarında olmak istiyorum, MK’nın sevincine şahit olmak istiyorum :)

*******************************

Yeni bir dizi keşfettim. Yol Arkadaşım. 2 gündür çalışırken arka planda radyo tiyatrosu olarak dinliyor, ara sıra da sahnelerine göz atıyorum. Süper bir dizi değil, 5 üzerinden.. eh işte ikibuçuktan üç veririm :)

Ama bazı yönlerden tam notu hak ediyor. Aldatma, kadının kendi ayakları üzerinde durabilmesi, çölleşen Türkiye ve hatta zeytinyağı üretimi gibi çok çeşitli konularda güzel mesajlar veriyorlar.

Ayrıca yöresel dili çok güzel taklit etmişler. Sadece ağız denilen konuşma stili değil, küçük kasaba halkının kafa yapısını, olaylara yaklaşımını birebir yansıtmışlar. Gözlemle falan olacak şey değil, senarist oralarda doğup büyümüş sanırım :)

Bazen öyle diyaloglar oluyor ki, kafamın içinden karakterin vereceği cevap otomatikman geçiyor ve hemen arkasından, kelimesi kelimesine aynı cevap dizi karakterinden geliyor :)) Sanki komşularla ‘toplaşmışız’ da onlar konuşurken ben dinliyormuşum gibi hissediyorum.

Bazen gülerek, bazen hüzünlenerek dinliyorum diziyi.

Beni çocukluğuma ve gençliğime götürüyor. Aynı sofralar, aynı telaşlar, aynı heyecanlar, aynı dedikodular… Bir zamanlar içinde olduğum bir yaşam. Karakterlerinin yavaş yavaş eksildiği sahneler. Bir daha asla aynı sahnelerin olamayacağını, sahneler benzese de karakterlerin farklı olacağını biliyorum. Ama biliyorum ki artık bizler için, başkalarının hayatlarının dolu dolu karakterleri olma zamanı geldi. Artık bizler teyze, yenge, anneanne olacağız o sahnenin içine.. Bizden öncekiler rollerini bize devredip çekilirken, başkalarının neşe kaynağı, çocukluk yadigarı biz olacağız. Olmalıyız. Arkadan gülümsenerek, rahmetle yad edilemek için…

Geçen aylarda SKY denilen şirkete üye olduk. İnternet bağlantısı, telefon, süpper tv kanalları falan. Buraya kadar güzel. Hatta üstüne fazladan para ödedim, sevdiğim diziler CSI’ları, Without a Trace’i, House’u, Law and Order’ları istediğim kadar, istediğim zaman seyredebileyim diye.

Buraya kadar güzel.

Sorun ne?

Rüzgar esiyor bağlantı kopuyor, yağmur yağıyor bağlantı kopuyor! Burası İngiltere! Bütün yıl yağmur yağar, eylülden mayısa kadar da rüzgar eser! Ne anladım ben bu işten?

Yukardaki fotoyu çektim geçen gün. Casino Royal’in en heyecanlı sahnesinde cart diye gitti bağlantı! Bir başka gün de bir filmin tam en son sanesinde koptu! Öyle bir sahne ki biri ak, biri kara iki seçenek var karakterin başına gelecek, ve evet, göremedim en önemli son sahneyi!!!!

Bugün hava çiseliyordu, saatlerdir bağlantı yok.

Bu fotoyu SKY’a ve bulduğum tüm site ve forumlara yollayayım da biraz dalga geçeyim :))

Şimdi aklıma geldi, işin daha daha komiği..

Freeview diye bir sistem var. O da dijital. Küçük bir kutu alıyorsunuz, 10 pound/sterling falan bir şey ödüyorsunuz bir seferlik. Öyle sky ya da diğer şirketler gibi aylık ödeme falan yok. Takıyorsunuz o kutuyu tv’nize, izliyorsunuz. Tabi diğerleri gibi çok kanal yok ama o kutu olmaksızın ülke çapında yayın yapan 5 kanalı izleyebilirsiniz sadece. O cüzi ücretle aldığınız ve bir daha hiç bir ödeme yapmadığınız kutu ile işe yarar 30-40 kanal izleyebiliyorsunuz.

Ve evet, sky zırt pırt kopup saç baş yoldururken bu beleş kutu tıkır tıkır çalışıyor! O kadar para ödedik sky’a, yağmur yağıp rüzgar esince gene paşa paşa freeview’i izliyoruz :)

DİKKAT!

ORUÇLU İSENİZ LÜTFEN GERİSİNİ İFTARDAN SONRA OKUYUNUZ!

BENDEN GÜNAH GİTTİ :))


Sevgili Meltem’in blogunda resmini gördüğüm ve daha resimden ne kadar lezzetli oldukları belli olan poğaçalarının tarifini istemiştim. Sağolsun o da yazıp göndermişti, aylaar önce. Ancak bugün yapma fırsatım oldu. MK bakıcısında, ben de çalışmaya biraz ara vermişken :)

Hayatımda yediğim en güzel poğaçalar içinde ilk üçte :))

Read Full Post »

>Acilden geliyoruz :(

Haftasonu düzelen ishali bu sabah-pazartesi sabahı 6 gibi yeniden başladı.

Çalışmam gerektiği için MK’yı bakıcısına götürdüm. Bugün, geçen günlere göre daha iyi yemiş ancak öğleden sonra ve akşamüzeri bir kere daha poo yapınca endişelenmeye başladım.

Gündüz fazla uyumadığı için akşam erkenden uyudu.

Ama ben huzursuz oldum. Bu kadar çok uyuması, yorgun olması. Üstelik su içmesine rağmen fazla bir şey yememesi. Ve günlerdir bir türlü kendine gelememesi.

Beni en çok 2 hafta önce yaptırdığım, menengitis aşısına da içeren üçlü aşı korkuttu. Bir de dehydrate olma, yani vücudunun susuz kalma ihtimali.

En sonunda gece 10 civarı bir taksi çağırdım. Acile gittik.

Önce kayıt olmamız gerekiyordu. Neden geldiğimi sordular, anlattım. ‘eee bundan mı geldin yani’ der gibi konuştular. Hasta ve de hayranım bu adamların rahatlığına.

Sıramızı beklerken içirmem için solüsyon verdiler. Daha önce de ishal olduğunda mahalle doktorunun verdiği ve bugün içirmeye çalıştığım solüsyondan. Her 5 dakikada bir 5 ml.

MK kıyametleri kopardı tabii. Altı üstü tuzlu+şekerli su ama inat işte. Yarısını tükürdü zaten.

O kadar çok bağırmaya başladı ki (yorgunluk ve uykusuzluk da eklendi tabii) artık hastane kapısı dışında beklemeye başladım. Sıramız gelince bizi dışarıda bulabilirsiniz dedim hemşirelere :P

Artık sadece acili değil tüm hastaneyi ayağa kaldırmamızdan mı korktular yoksa halimize mi acıdılar bilemiyorum bizi öne aldılar.

Doktor da zaten doğru düzgün kontrol edemedi. Ancak endişelenecek bir şey olduğunu düşünmediğini söyledi. Sürekli uyumak istemesi ve yorgun olmasını ishale ve fazla bir şey yememesine bağladı.

Solüsyona devam et, ishali hafta sonuna kadar düzelmezse getir ama yakında iyileşeceğini sanıyorum dedi.

Bir de ağlamaları için, normalde yorgun olduğunda bu şekilde mi ağlıyor dedi. Evet dedim. Dışarı çıkınca, taksiyi beklerken çoktan sakinleşmişti.

Akşam 5.30’dan beri başka yapmadı çok şükür.

Allahım lütfen bir an önce süper aktif haline, yani normale geri dönsün. Şikayet etmeyeceğim o konuda bir daha.

Read Full Post »

>Arkadaşlar, çok teşekkür ediyorum. Yorumlarınızı okuyunca gerçekten çok duygulandım, desteğinizi yanımda hissediyorum ve teşekkür ediyorum :)

MK’cık daha iyi ama henüz tam iyileşmedi. İshal ve ateş geçti çok şükür ancak şu ara biraz uyanıp oynuyor, sonra hemen yeniden yatmak istiyor ve bol bol uyuyor.

Dün sağolsun Meral geldi, MK benim kucağımdan inmek istemeyince günlerdir biriken bulaşıklar Meral’ime kaldı :( Bulaşık makinası hala salonun ortasında! Bu gidişle Meral Curry’s’i arayıp canlarına okuyacak :P

Cumartesi akşamı bir ara kendisini zorla dışarı çıkarttı MK. Murat amcası bahçeye indirdi biraz. Babasının arabasının park yerine götürmüş, boş olan park yerine kolunu uzatıp uzatıp durmuş :( Eve döndükten sonra da uzun bir ağlama krizi geçirdi maalesef :(

Bugün daha iyiydi. Öğlen bir ara uyanınca bir şeyler yemek istedi. Günlerdir ilk kez doğru düzgün bir şeyler yedi. Akşamüzeri de dışarı çıkmak istedi. 1 saat top oynayıp kedi kovaladık :))

Umarım daha iyi olacak.

Tekrar tekrar teşekkürler arkadaşlar, iyi ki varsınız :)

PS: Nillycim sana da çok geçmiş olsun.

Sevgili Sevde Demirbilek, tuvalet eğitimine henüz başlamadım. Erkek çocukları için bildiğim kadarıyla daha erken. Onların kasları kızlara göre geç gelişiyor. O yüzden erkek çocuklar kız çocuklara göre daha geç bezden kurtuluyorlar. MK ile hayat o kadar koşturmacalı geçiyor ki, açıkcası tuvalet eğitimi gözümde büyüyor :) Ben çok uzun zaman önce bu işi oluruna bırakmaya, geç olsun güç olmasın felsefesini benimseye karar vermiştim :) Bir de HN çocuklar bezden daha geç kurtuluyormuş. O yüzden.. biz yola devam :P

Read Full Post »

>Oğulcağızım çok hasta oldu :(

Salı sabah kahvaltı etti. Her zamankinden daha az yedi. Öğlen bir şey yemedi. Öğleden sonra sabahki kahvaltısını bitirdi.

Akşam erkenden yastığını getirdi uyumak için.

Salı gecesi ateşlendi. 2 kere calpol verdim, ateşi düştü.

Çarşamba sabah eşimi uğurladık.

Çarşamba günü ateşi yoktu, keyfi yerindeydi ama ishaldi.

Yalnız hiç bir şey yemedi. Sadece emdi.

Akşam iyiydi, Calpol vermedim. Uyudu.

Gece 3.30 gibi uyandı, fışkırarak kustu. Ateşi vardı. Capol verdim. Geri uyuduk.

Sabah 5 gibi uyandık. Uyanış o uyanış oldu. Perşembe sabahı 5’ten perşembe gecesi 6’ya kadar, bir kaç kere 5 dakikalık kestirmeler hariç hiç uyumadım. 6’da yarım saat kadar uyudum. 10.30’da koltukta sızmıştım.

İşe gitmedim.

MK sabah 5’ten akşam 6’ya kadar ayağımda yattı. Tam 13 saat!

Sadece ılık duş aldırmak veya vücudunu suyla silmek için, calpol ve/veya su içmesi için bir kaç dakikalık kalktık.

Uyumuyor, resmen baygın yatıyordu.

15-20 dakika kestiriyor, sonra ağlayarak uyanıyor. Su içiriyorum, elini, yüzünü, vücudunu ıslatıyorum, biraz ferahlıyor, 15-20 dakika daha kestiriyor sonra yeniden başlıyoruz.

Ayağımdan indirip biraz koltuğa uzanayım diyorum, yastığı daha yere koyamadan ağlayarak uyanıyor. Tekrar geri uyutmam için elini yüzünü ıslatmam gerekiyor.

Su dışında hiç bir şey, anne sütü bile, kabu etmedi yavrucum.

Akşam 5 gibi emdi, ondan sonra gürültülü bir şekilde poo yaptı. Mikrobu öyle attı. 6 gibi ikimiz de biraz kestirdik.

Uyandığında biraz, çok az muz yedi.

Kendine gelince ilk yaptığı yakamı paçamı çekiştirmek oldu. Ne istiyorsun annem? diyorum ama konuşmaya, kolunu kaldırmaya hali yok. Kalktım, elinden tuttum, beni yatak odasına götürdü. Babasını arıyordu zavallım :(

Baba işe gitti annem, gelecek dedim, mahsun mahsun baktı :(

Bugün o bakıcısına, ben işe gittim.

Bütün gün bakıcısının kucağından inmemiş. Sabah biraz kahvaltı yapmış. Az önce de biraz emdi, uyudu.

Allah tüm hastalara şifa versin, hiç bir çocuğu anne-babasından ayırmasın.

Read Full Post »

>Cumartesi günü çok güzel ve sıcak bir yaz günüydü. Eşim de uzun zamandan beri ilk kez çalışmayacağı için Londra dışı bir gezi yapalım dedik. Planda 6 kale vardı görülecek ancak 3 tanesini sığdırabildik :) Ama 3 kaleden daha fazlasına bedel bir sahil duraklaması yaptık. Her deniz kenarına indiğimde, sessiz sakin, koca bir yaz boyu sahil kıyısında bir tatile ne kadar ihtiyacım olduğunu daha iyi anlıyorum.

Scotney Castle



Hayvanlardan hiç korkmuyor maşallah. Ördeklerin peşinde dolandı durdu. Onlar nereye, MK oraya. Göle girseler arkalarından onun da atlamasından korktum :)

Kale gezgini MK çimlerde dinlenirken :)

Bodiam Castle

Kartaldan baykuşa, akbabadan şahine pek çok yırtıcı kuş Bodiam kalesinin bahçesinde sergileniyordu. Önlerinde ziyaretçilerle herhangi bir engel olmadan tünüyorlardı. Bütün çocuklar anne-babalarının yanında bu kuşları uzaktan izlerken bizim oğlan kuşlara doğru bitmek bilmeyen hamleler yapıyordu :) Hele bir ara yerde, o onlara doğru emekliyor, ben tutup bacaklarından geri çekiyorum. O yeniden emekliyor :) Ben yine çekiyorum :) Sonra, kuşlara gitmek istediği halde engellendiği için kucağımda çırpınırken ve diğer ziyaretçiler gülerek bize bakarken uzaklaştık ordan :)

Başındaki şapkayı ben giydiriyorum, o atıyor. Babası giydiriyor, o yine atıyor.. En sonunda geçtim karşısına, ya bu şapkayı takacaksın, ya da (bebek arabasını göstererek) orda oturursun dedim. Şapka bir daha çıkmadı :)

Dr. Sears, High Need bebek ve çocukların zekalarının, fiziksel yaşlarından daha önde olduğunu, bir bebek vücudunun içine 3-4 yaşında bir çocuğun hapsedildiğinin düşünülebileceğini söylüyor. O yüzden söylenenleri, kendinden istenilenleri çok iyi anladıklarını ancak konuşma becerileri tam gelişmediği için kendilerini ifade edemediklerini yazıyor. Zaten HN çocukların kolaylaşmaya başladığı zaman, konuşmaya başladıkları 2.5 yaş civarı, özellikle 3. yaş gününden sonra işler daha da kolaylaşıyor.

Çocuklarla bol bol ten teması onları rahatlatırken, konuşurken sürekli göz teması da işleri kolaylaştırıyormuş. O yüzden onlardan bir şey isterken özellikle gözlerinin içine bakarak anlatmaya çalışın.

Cumartesi günkü bu olaydan sonra, pazartesi günü bahçede arabası ile dolaşıyorduk. O önde, ben de arkada, bir gözüm kitapta, bir gözüm onda. Arabasını alıp, sitenin bahçesinde, özellikle de arabaların gelip geçtiği yolda gezmeyi seviyor. Kendisini bir nevi sürücü zannediyor :) Madem diğer arabalar o yoldan gidiyor, o neden çimlerin üzerinde gezinsin di mi? :))

Geçtiğimiz haftalarda sitenin ana yola çıkışını keşfetti. İmkan yok onu o yoldan vazgeçiremiyorum. Her seferinde ana yolun ağzından alıp sitenin en arkasına, onun bağrışları ve havada çırpınan bacakları eşliğinde gidiyorum. Tabi yine sil baştan, o önde ben arkada aynı yere dönüyoruz.

O güne kadar, hayır oğlum, gitme oğlum, buraya gel oğlum, orası bizim için değil oğlum’ların hiç birisi işe yaramamıştı.

Pazartesi önüne geçtim, eğildim, gözlerinin içine bakarak; ya geri dönüyorsun ya da eve gidiyoruz dedim. İki üç kere hamle yaptı, aynı şekilde tekrarladım. Geri döndü :) 10 dakika sonra yine ana çıkışın önünden geçerken o tarafa yöneldi, hemen önüne geçip, ‘bu tarafa’ diye başka yönü gösterdim, itiraz etmeden gösterdiğim yöne devam etti :) Ne kadar mutlu olduğumu anlatamam.

Hastings

Akşamüzeri sahil kasabası Hastings’e vardığımızda okyanus çekiliyordu.









Pevensey Castle

Hastings sonrası, Pevensey Castle öncesi küçük bir kasabadan geçtik. Kendimi tarihi bir tiyatro dekorunda hissettim. Yüzlerce yıllık evlerde oturmaya, çalışmaya devam ediyorlar. Her bir tahtasını, çivisini özenle koruyorlar. Yıkıp yerine uyduruk betondan birbirinin kopyası apartmanlar, gökdelenler dikmek, gözü ve gönlü boğmak değil medeniyet, tarihi zerresine kadar korumak, kat kat kapılar ardında değil, içinde yaşarken korumak, yaşamak ve yaşatmak…

Milattan sonra 293 yılında yapılmış ilk olarak Pevensey Kalesi. Ortaçağda tadilat, eklemeler, yeniliklerle bugüne kadar korunmuş.


Dönüş yolu.

High Need bebek-çocukla ilgili, aklıma geldikçe ekleme yapacağım. Oturup tek seferde yazmayı beklersem daha çook beklerim :) Parça parça daha hızlı ilerlerim diye düşünüyorum. Siz de isterseniz her seferinde yazıları bir yere kopyalayabilirsiniz. Ortak bir blogu ilk fırsatta açacağım inşallah.

High Need’e türkçe bir karşılık aradım bugün. Özellikle tek kelimelik. En uygun ‘Duyarlı’ kelimesi oldu. Diğer çocuklar duyarsız değil ki dedim kendi kendime. Aşırı duyarlı denebilir belki. Bilemiyorum, önerisi olan var mı arkadaşlar?

Bebeğinizin ya da çocuğunuzun High Need, aşırı ilgi isteyen, sürekli beklenti içinde olan bir çocuk olduğunu nasıl anlarsınız?

Bu soruya, Sears ailesinin kitabında yazanlardan ve MK’dan edindiğim tecrübelerden bir harman yaparak, bölüm bölüm cevap vereceğim.

MK anneler gününde, pazar sabahı 7.55’te doğdu. Epidural aldığım için o da etkilendi ve gün boyu baygın vaziyette uyudu. Hemşire, uyanmasını beklemeden onu emzirmem gerektiğini söyledi.

Gece oldu, epiduralin etkisi geçmeye başladı. MK’yı emziriyor ancak bir türlü yatağın kenarındaki bebek yatağına koyamıyordum. Oraya koyar koymaz ya da kısa bir süre sonra ağlamaya başlıyordu. 2 gece, 3 gün kaldık hastanede. Ve geceleri yatağıma yatırmazsam uyumuyor ve ağlıyordu.

Bu çocukların en önemli özelliklerinden birisi, supersensitive yani aşırı duyarlı olmaları. Emerken uyurlar, yatağa koyar koymaz uyanırlar. Araba koltuğunda uyumuşsa, koltuktan almak için ilk hamleyi yaptığınızda uyanırlar. Bebek arabasında uyumuşsa yine aynı şekilde almaya yeltendiğinizde uyanırlar. Anında.

MK’yı emzirirdim, bırakın kaldırıp yatağına falan götürmeyi, ayağıma koyarken bile uyanırdı. Bu sefer bir süre ayağımda sallar, yere koymaya kalkıştığımda uyanır ağlardı. Bu yüzden saatlerce o ayağımda, ben yerde kıpırdamadan, öylece oturduğumu bilirim. Şimdilerde hala mem(e)den alıp ayağıma yatırırken uyanabiliyor. Yine de eskiye göre daha iyi. Ancak hala uyuduğu yerde bırakıyorum, alıp bir yere taşımıyorum. Çünkü ortamın değiştiğini anında farkediyor.

Bu çocukları gürültüye de alıştıramazsınız. O uyuyacağı zaman telefonun fişini çekiyorum, cebim hep sessizde. Evin içinde çıt çıkarmadan oturuyorum. Bazen yanında otururken kitap okuyorum, sayfayı çevirişimde bile uyanabiliyor. Ne kadar sessiz çevirdiğimi tahmin edebilirsiniz.

Sese alıştırmamışsın diyenlere artık bir şey demiyorum. Bilin ki bu çocukları sese alıştırmanıza imkan yok. Bu çocuklar sese, kıpırtıya aşırı duyarlı olarak doğuyorlar.

*****************************

Eşim yarın Afrika’ya, Gana’ya gidiyor. Bu karar bugün verildi! Bizim için ne kadar şok edici bir karar olduğunu anlatamam. Vizesi bile yok, geçen seferki vizenin süresi doldu. Gidecek, Gana’da, kapıda bir şeyler ‘ayarlamaya’ çalışacaklarmış! Kapıdan aynen geri de dönebilir, işi erken biterse ve bilet bulabilirse cumartesi dönebilir, ya da gelecek çarşambaya kadar orda kalabilir :( Neyse, sağ salim gidip gelsin de, ne yapalım.

Bizim için çok ters bir zaman. Bu perşembeden 16 eylüle kadar full çalışacağım. MK’yı her gün bakıcısına yürüyerek götürüp getirmem gerekecek. Çalışmak zorunda olmasaydım arkadaşlara gider kalırdım. Şimdi MK ile ikimiz evde başbaşa olacağız.

Read Full Post »

>
Dr. Sears’ın kitabı geldi. Neredeyse yarısını okudum bile. A’dan Z’ye oğluma birebir uyuyor.

Hem 8 çocuk içinde 4. çocukları High Need baby/child olan Dr Sears ve hemşire eşinin yazdıklarını, hem diğer HNB/C anne-babalarının kitapta yer alan yazılarını okurken kah güldüm, kah ağladım. Ama hemen hemen hepsinde gözlerimi kocaman açıp, Eveeeet! Aynen böyle! dedim.

Çocuğunun HNB/C olduğunu düşünen ve imkanı olan herkesin kitabı almasını tavsiye ederim. Çünkü bu çocukların durumu bir kaç yıllık bir süreç değil. Bebeklikleri ve bebeklikten çocukluğa geçiş dönemleri gibi okul çağları, gençlik zamanları da yaşıtlarından farklı oluyormuş. Uzun yıllar boyunca farklı yaklaşım gerektiren çocuklar-gençler olacakları için bu kitabın ve benzer yazı ve makalelerin elimizin altında olmasında fayda var.

Bu konuda uzun uzun yazmak, hatta bu tür çocukların anne-babalarının katılacağı bir mail grup, blog grubu vs kurmak istiyorum. Çünkü 8 çocuklu, doktor-hemşire Sears’ların dediği gibi; Başka çocuklarda işe yarayan düzen, taktik, yaklaşımlar bu çocuklarda işe yaramıyor. Sizi en iyi başka bir HNB/C anne babası anlayabiliyor. Evliliğinizden, kariyerinize, psikolojinizden fizyolojinize kadar hayatınızın her alanı minicik bir bebeğin, çocuğun oluşturduğu fırtınaya tutuluyor.

Durumun ciddiyetini şöyle anlatayım: HNB/C anneleri genelde en az 3 yıl geçmeden yeniden hamile kalmayı düşünmüyorlarmış (ki aynen) İsteseler bile bazı anneler 3-4 yıl hamile kal-A-mıyormuş. Çünkü vücut henüz -halihazırdaki HNB/C bir çocuk ve oluşturduğu etkiler sebebiyle- yeni bir bebeğe hazır olmadığı sinyalini veriyor ve hamilelik gerçekleşemiyormuş. Yani annenin bünyesi, anne istese bile yeni bir bebeği kaldıramıyor.

Durum budur. High Need Baby/Child kavramından haberdar olduğuma, bu kitabı bulduğuma çok seviniyorum. Umarım kendimi ebeveynlik konusunda geliştirmeme yardımcı olur.

High Need MK’dan vakit bulabilirsem kitaptan alıntılar yapıp, yardımcı olacak tavsiyeleri aktaracağım.

Read Full Post »

« Newer Posts